Archive for 2015
Geçmiş, Geçmiş mi?
"Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir." demiş filozof Herakleitos. Peki böyle mi olmalıdır? Değişmesek aynı kalsak yada en azından değişirken eskileri ötekileştirmesek ne olur? Yaşanan her şey bitmeli ve hatıra olarak mı kalmalıdır? Bunu bir insan olarak da düşünebilirsiniz, bir nesne de. Bir alışkanlık olarak da düşünebilirsiniz, mecburiyet de... Ben mektuplardan bahsetmek istiyorum bugün biraz.
Bir başkasının hayatını merak ediyorsanız roman okuyun sözü bu ara pek çok paylaşılır oldu. Magazine karşı güzel bir slogan. Birbirimizin hayatını merak ediyorsak ne yapmalıyız illa kuzenimize kitap mı bastırtalım? Ya da sevmek istediğimiz insana ön koşul olarak kitap yazmış olmak mı koyalım?
Günümüz ilişkilerinin kısalmasından şikayet ediliyor. Sayfalarca yazılan mektuplarda anlatılamayan duyguları 160 karaktere sığdırmaya çalışınca sonucun ne olmasını bekliyorduk ki? "Hiç kimseyi yalan söylediğini anlayacak kadar tanımak istemiyorum." dese de Tezer teyzemiz, biz etrafımızdaki insanları tanıyamamaktan şikayet ederiz hep. Sizin için bir paragraf yazmasını isteyin karşınızdan bakın bakalım sonucuna. Yüzlerce mesajdan daha etkili olmazsa kabul değil.
Teknoloji olmalı, hayatı kolaylaştırmalı. Fakat duyguyu silmeden hayatımızdaki yerini almalı teknoloji. Mektubu ne zaman savunsam ama mail daha pratik cevabı ile karşılaşıyorum. Mektup geldiğinde yaşadığım sevinci mailde bulamıyorsam o pratiklik neye yarar? Mürekkep kokusu, kalem cızırtısı... Acil durumlarda teknolojiyi kullanmalı ama eski yöntemleri de yabana atmamalı. Hadi o zaman ateş yak dumanla haberleş diyebilirsiniz, ama konumuz haberleşme değil. Anlaşma. Daha iyi anlaşacağına inanıyorsan tüm şehri yak... İnsanların birbirini anlayamadığı çağ sona erecekse bir kibrit de ben çakarım endişeniz olmasın.
"Ne varsa geçmişte var." Bu felsefeyi gütmem. Çağın imkanlarını sonuna kadar kullanırım. Ama faydalı, yapması zevkli şeyleri de sırf eskidi, modası geçti diye bir köşeye atmam. Size de tavsiyem bu. Mesaj da yazın, mail de atın ama bir mektubu, bir posta kartını sevdiklerinize, tanımak istediklerinize çok görmeyin.
Bir başkasının hayatını merak ediyorsanız roman okuyun sözü bu ara pek çok paylaşılır oldu. Magazine karşı güzel bir slogan. Birbirimizin hayatını merak ediyorsak ne yapmalıyız illa kuzenimize kitap mı bastırtalım? Ya da sevmek istediğimiz insana ön koşul olarak kitap yazmış olmak mı koyalım?
Günümüz ilişkilerinin kısalmasından şikayet ediliyor. Sayfalarca yazılan mektuplarda anlatılamayan duyguları 160 karaktere sığdırmaya çalışınca sonucun ne olmasını bekliyorduk ki? "Hiç kimseyi yalan söylediğini anlayacak kadar tanımak istemiyorum." dese de Tezer teyzemiz, biz etrafımızdaki insanları tanıyamamaktan şikayet ederiz hep. Sizin için bir paragraf yazmasını isteyin karşınızdan bakın bakalım sonucuna. Yüzlerce mesajdan daha etkili olmazsa kabul değil.
Teknoloji olmalı, hayatı kolaylaştırmalı. Fakat duyguyu silmeden hayatımızdaki yerini almalı teknoloji. Mektubu ne zaman savunsam ama mail daha pratik cevabı ile karşılaşıyorum. Mektup geldiğinde yaşadığım sevinci mailde bulamıyorsam o pratiklik neye yarar? Mürekkep kokusu, kalem cızırtısı... Acil durumlarda teknolojiyi kullanmalı ama eski yöntemleri de yabana atmamalı. Hadi o zaman ateş yak dumanla haberleş diyebilirsiniz, ama konumuz haberleşme değil. Anlaşma. Daha iyi anlaşacağına inanıyorsan tüm şehri yak... İnsanların birbirini anlayamadığı çağ sona erecekse bir kibrit de ben çakarım endişeniz olmasın.
"Ne varsa geçmişte var." Bu felsefeyi gütmem. Çağın imkanlarını sonuna kadar kullanırım. Ama faydalı, yapması zevkli şeyleri de sırf eskidi, modası geçti diye bir köşeye atmam. Size de tavsiyem bu. Mesaj da yazın, mail de atın ama bir mektubu, bir posta kartını sevdiklerinize, tanımak istediklerinize çok görmeyin.
Sevgiyle kalın...
Şeker Bayramı
Ramazan ayı demek oruç demek. Ama oruç aç kalmak demek değil. Maalesef ki sadece bu anlamda kullanılır oldu. Oruç demek dedikodudan uzak durmak demek, oruç demek küfürden uzak durmak demek, oruç demek, insanları cinsiyet ayırt etmeksizin taciz etmemek demek, oruç demek tokken sinirleneceğin konulara dahi tebessüm edebilmek demek... Tabi bunlar olması gerekenler fakat görülmeyenler. Ramazan ayına bir isim verecek olsam ben zekat ayı derdim, fitre ayı derdim... Sevdiğim bir filmden bir alıntı yapmak isterim.
"İhtiyaçtan fazla mal haramdır, hırsızlıktır… Altın ve gümüş, yoksullar üzerinde hegemonya kurmak için kullanılıyor… İnfak edilmiyor… Mülkte şirk koşuluyor… Kırkta bir diye bir şey tutturulmuş gidiyor… Komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlar var… Peki sokaktaki açtan, yoksuldan haberiniz var mı? Bu dinin klasik fıkıh anlayışı, yeryüzünün sokaklarında aç gezen 1 milyar insan için ne diyor?
O fıkıh, Ömer’i vuranların, Ebuzer’i çöle gömenlerin, Ali’yi hançerleyenlerin, Hüseyin’i susuz bırakanların, Medine’yi yağmalayarak 900 sahabe kadınına tecavüz edenlerin ve Kabe’yi mancınıkla ateşe verenlerin fıkhıdır.
O fıkıhtan bir şey çıkmaz. O, zenginlerin, kodamanların, cariye ve köle sahibi olma peşine düşmüşlerin fıkhıdır. Sultanların, harem ağalarının, zindandan İmam-ı Azam’ın kırbaçtan morarmış cesedini çıkaranların, kırkta bircilerin fıkhıdır… Ebuzer Ğıfari’nin dediği gibi ‘Geceyi aç geçirip de kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim...' ''
Artık kırkta bir bile unutuldu. Umarım tüm insanların mutlu olduğu, birbirleriyle bayramlaştığı, kan yerine şerbetlerin aktığı, muhabbetin tebessümün daim olduğu bayramları da görürüz. En mutlu bayramları görmeniz dileğiyle bayramınız mübarek olsun...
Aptal kutusu mu ki?
Bir yanda mumun yanarken çıkardığı çıtırtı, öte yanda dolma kalemin kendine has sesi, insanı yazmaya teşvik eden bir ninni adeta.
Bu gün kafayı boşaltmak için boş boş televizyona baktım. Genelde çizgi film, haber, belgesel kanallarını izlerim. Sadece belgesel izlerim diyenlerden değilim benim de dönem dönem dizilerim olur. Üsküdar'a giderken, Leyla ile Mecnun, kardeş payı , beş kardeş... Ama genelde dizi izlemediğim ve izletmediğim bir gerçek. Annemle anlaşamadığımız yegane konulardan birisi. Evlilik konusundaki büyük endişelerimden de bir tanesi ayrıca. Televizyonla arası bu kadar kötü birisi olarak reklamları da pek izleyemem. Arada denk gelirim ve uzun süredir reklamlar konusundaki ön yargımı dün izlediğim bir reklam filmi ateşledi. Bir yakıt firmasının reklamında "Mertler Bursa'ya kadar gitmiş..." şeklinde başlayan söz. Bu söz çok acı bence. Kıskançlığın ne kadar sıradanlaştığını ve ne kadar alevlendiğini gösteriyor. Bir bisküvi reklamında ise basit bir bisküvi için kimselere vermem, paylaşmam mesajı veriliyor. Başka birisinde bir bisküvi için dünyaları satıyorlar... Reklamlar yanıltıcıdır kabul(!), hadi milli değerleri de yok saydınız ona da kabul(!), peki bizleri hayvanlardan ayıran insani değerler? Ahlak? Onur? Kardeşlik?
Değil ki reklamları tüm yayınları denetleyen bir kuruluşumuz var aslında 'RÜTÜK'. Koca bir öpüşme engelleme kurulu... Ben mi yanlış düşünüyorum fakat insana yasak koymak yerine doğruyu göstermek daha önemli değil mi ? Misal her dizi karakteri her bölümde bir kitap okusa, her evde bir kitaplık olsa? İnsanları okumaya yönlendirsek, okuyan insanlara yanlışı yasaklarla öğretmeye gerek kalır mı?
Tüm eski film ve dizilerde tütün ürünleri buzlanıyor. İşin garip tarafı yenilerde de... Filmler sadece televizyon için yapılmıyor ya diziler? Bunu geçtim madem insan hayatına bu kadar değer veriyorsunuz(!) neden dizi film ve reklamlarda emniyet kemeri özendirilmiyor?
Biz bir kere televizyona aptal kutusu demişiz ya hep öyle kalmalı! 25. kare tekniği varmış mesela. Komünizmin, illüminatinin silahı diye lanse ediliyor. Çok da korkanı vardır hatta. PEki bu teknik varsa ve bu kadar etkinse neden sigara bıraktırmak için uygulanmaz?
Babam hep "Şu Holywood filmlerine hayranım. Film ne olursa olsun bir yerinde muhakkak Amerika bayrağı çıkar. Amerika devletinin gücünü insanlara kabullendirir." der. Kesinlikle katılıyorum bu konuda. Gelişmiş toplumlarda televizyon yönlendirme aracı olarak kullanılır. Güney Kore gelmesin hemen aklınıza lütfen =) Gelişmemiş toplumlarda ise uyuşturucu... Bizler bu uyuşturucudan keyif aldığımız sürece de bu düzen böyle devam eder gider...
Çeyrek Asır
Hayatta kalmak ve yaşamak. Bence tüm sır bu iki kelimenin ayrımında saklı. Kimileri sadece hayatta kalırken kimileri hayatı yaşar. İnsanlar için düşünen hayvan dediğim zaman kızıyorlar bana. Ama yaşamıyorsan sadece hayatta kalma mücadelesi için zekanı kullanıyorsan seni özel yapan ne kalır ki geride? Hani yaşamak zengin olmak ya da amaçlar edinip onlara ulaşmakla ilgili de değildir. Yazın esen rüzgarı hissedip mutlu olmak da yaşamaktır mesela ya da kışın o rüzgar üşütürken henüz onu hissedebildiğin için gülümsemek de yaşamaktır...
Kavramlarıma fazla daldım. Yazıya başlarken az biraz kendi çeyrek asrımdan bahsetmek istiyordum oysa ki. Bu yaşta hedeflediğim yerde değilim, herhangi bir başarım da olmayabilir hayata karşı ama huzura ulaştığımı hissediyorum. Bu demek değil ki her an şen şakrak, vur patlasın çal oynasın... Ama artık hüzünlenmenin de tadını almayı öğrendim bana göre koca çeyrek asırda.
Geçmiş çok garip, saatlerce düşünebileceğin bir an gibi. Ana sınıfı daha dün gibi... Bir yandan keşke daha öncesini de hatırlayabilsem diyorum. Mesela doğumumu... Sonra annemin çektiği 48 saatlik acı canlanıyor gözümde ve iyi ki diyorum. Hem de tek sebepten değil. İyi ki hatırlamıyorum diyorum mesela ya da ne bileyim iyi ki annem annem... Doğumumu ve bebekliğimi düşününce anneme sevgim artıyor. Ha bir sayısalcı olarak bu artışın bir önemini görmemem lazım fakat bir balık burcu olduğum için sonsuz kavramı yok bende. Sonsuza bir de eklesem o birin değeri çok büyük bende. Siz belki anneme kızıyor olabilirsiniz fakat ben sonsuz bir sevgi ile yürekten teşekkür ediyorum beni dünyaya getirdiği için. Teşekkür bölümünü kısa geçiyorum, annelere teşekküre ömür kafi gelmez. Dünya üzerindeki karşılıksız sevginin tek sahibi, annelere, binlerce teşekkür olsun...
Her durumda bir çıkıntılığım olmalı. İnsan doğduğu gün ölümü hatırlar mı? Kendini ölüme yakın hisseder mi? Ölü doğduğunu biliyorsa ve bir izini taşıyorsa bunun tüm bu soruların cevabı evet olur doğal olarak. "Annemin bakış açısı doğarken bile erindin. İnsan nefes almaya erinir mi? Sen erindin." Her seferinde bu sözlerini hatırlayıp içimde oluşan kasveti siliyorum. Ama her doğduğum gün ben olmasam dünya nasıl bir yer olurdu diye düşünmeden edemiyorum. O an babam geliyor aklıma. Onun bana olan emeği, sevgisi, ilgisi iyi ki nefes almayı başarmışım dedirtiyor. Çünkü biliyorum annem evladı olduğu için seviyor ve bu koşulsuz bir sevgi. Ama babam ben olduğum için seviyor. Hiç bir kimyasal yanı yok bu sevginin...
Çok konuştum yine. Umarım çevremdeki her insan mutlu olduğu bir sene olur. Mutlak mutluluğa sahip bir çevrede yaşamak nasıl bir duygu olurdu acaba. En iyisi bunu da yatağımda düşüneyim biraz...
14 Şubat 2015
Kadın hakları diye bir şey yoktur bence. Olmamalıdır. Her canlının canlı olmasından doğan hakları vardır. En azından böyle olmalıdır. Fakat yaşadığımız toplumda hatta dünya üzerinde sadece ve sadece güçlünün güçsüz üzerinde hakları var. Her insan kendisinden daha güçlü bir insan tarafından haksızlığa uğramadan kabul etmiyor bu gerçeği. Ülkemizde ise her zaman kadınlar güçsüz kanat. Hep ezilen hep yıpratılan... Son yıllarda ise güldüğü için, giydiği kıyafetlerden dolayı hatta ve hatta hamile olduğu için yadırganan taraf... Belli kitlelere bu kadar hükmedebilen kişiler tarafından doğrudan hedef gösterilen kadınların böylesi şiddetler görmesi kaçınılmaz. Kesinlikle bu soysuzluğu yapanları aklamaya çalışmıyorum. Sadece belki de ömrünün sonuna kadar cesaret edemeyeceği bu iğrençliğe cesaret kırıntısı dağıtanlara isyanım. Daha iğrenç olan ise bu cesareti verenlerin ya da verenlere şakşakçılık edenlerin böyle iğrenç olayların ardından üzüldüğünü söylemeleri... Belki de o gün alkışını tepki için çalsaydın bu olay hiç yaşanmayacaktı diyorum onlara...
Münevver Karabulut öldü ailesi, şovmenlikle şuçlandı. Herkes işin magazin boyutuyla ilgilendi. Vahşet hep ikinci planda kaldı. Bu sadece en popüleri diye verdiğim örnek ama örnekleri arttırmak isteyenler buraya bakabilir. Örnekler o kadar çok ki yazmak imkansız gibi.
Bu yazıyı okuyup da bana klavye delikanlısı diyenler de olabilir. Keşke elimden daha fazlası gelebilse fakat sadece yazarak tepki gösterebiliyorum, konuşarak tepki gösterebiliyorum... Bir şey yapabileceği halde yapamayanlara yüklenmelerini rica ediyorum bunu söyleyecek insanlara. A partisi B partisi diye ayırmıyorum, seçimlerden önce emeklilik koşullarını iyileştirmeye çalışan sevgili vekillerimize duyursunlar seslerini. Hadi bunu da yapamıyorlarsa çocuklarına anlatsınlar, benim çocuğum sapık mı ki demeden anlatsınlar. Belki bir kaç kuşak sonra değişen bir takım şeyler olur...
Bu yazıyı beddua etmeden, küfür etmeden bitirebildiğim için kendimi tebrik ediyorum. Umarım okyanusa bir damla da olsa katkım olmuştur...